Küçük Serhat VS Büyük Serhat

Bugün işe bisikletle geldim. Cümle basit, net; yapılan eylemi bildiriyor. Peki bu yaşınıza kadar kaç defa duydunuz bu cümleyi? Kaç defa aklınıza geldi? Herkes, zihnini zorlamadan gayet de net bir cevap verebiliyor bu sorulara; “hiiiç” diyor. Belki bir iki kişi denemiştir, onlara buradan selam ediyor; çok güzel, süpersonik insanlar olduklarını söylemeyi bir borç biliyorum. Hatta yaz gelince, evimde mangala davet ediyorum.

Ben bugün bunu yaptım işte. Sabah bisikleti evden çıkarırken kafamı vurdum, çok acıdı ama kararlıydım, bugün işe bisikletle gidecektim. Annem çok kızdı bana, “geri zekalı” dedi. Eğer 25 yaşındaysanız ve anneniz size “geri zekalı” diyorsa bir sorun var demektir. Türlü hakaretlerden ve pis bakışlardan sonra dışarı çıkmayı başarabildim. Sokaktaydım. Hemen sol ayağımı attım pedalın üstüne, ama binmedim. Birkaç metre sol pedalın üzerinde gittikten sonra bindim bisiklete. Artisliğimi de yaparım hani… Tam mahalleden çıkacaktım ki yaşlı bir teyze önüme çıktı. Ağzımla EBÜBE korna sesi yaptım, korktu kaçtı.

Artık caddeler benimdi. Trafik, soğuk moğuk hiçbir şey koymuyordu. Hacı Ahmet yokuşundan aşağı indim. Bilen bilir; çok dik bir yokuştur orası. O yüzden korktum biraz. En sonunda Kasımpaşa’ya gelebildim. 3. viteste, Kurtuluş’tan Kasımpaşa’ya kadar toplasan 20 kere pedal çevirmişimdir. Hiç yorulmadım. Üstelik yoldaki herkes bana baktı, çok sevdiler beni. Bisikletin üzerinde sempatik gözüküyordum, uçuyordum adeta Kasımpaşa caddelerinde.

Neden sonra o deli rüzgar esti ve berem yere düştü. Çok hızlı hareket eden makine canavarlar, berenin etrafını sarmıştı. Çevik bir hareketle bisikletimin ayaklığını açıp indim. Çok hızlı hareket eden makine canavarlar, bereyi ezip geçmek için hamlelerini yapmışlardı ki ileri atıldım. Bereyi kaptığım gibi hemen bisikletime atladım. Bu tehlike de geçmişti. Kafamı vurdum, annemle kavga ettim, ezilmekten kurtuldum, bereyi kurtardım… ama şimdi sıra boss’a gelmişti. Yokuş… “Bu yokuş mu, bu yollar mı yenecek lan beni!” diye haykırdım Haliç’e doğru. Sonra vitesi 1’e aldım. Bastım da bastım, bastım da bastım. Yokuş bir türlü bitmek bilmiyordu. Çok yorulduğum yerlerde panik yapıyordum. Bu paniğime bir de, yokuştan çıkmakta olan çok hızlı hareket eden makine canavarlar eklenince kalbim güm güm atıyordu. Yokuşun sonu gözüküyordu artık. Son on pedallık gücüm kaldığını hissediyordum; asıldım pedallara… Nihayet yokuş bitti. Huşu içinde şu atasözünü hatırladım: Her çıkışın bir inişi vardır (tersi de olabilir aslında, ama durumuma uyan buydu). Saldım kendimi yokuştan aşağı. Kot pantolonum kısa şort, üzerimdeki kazak da atlete dönüştü. Altımdaki de bisiklet değil, uzay mekiğiydi. Çocuk olmuştum çocuk. Sümük de akıyordu burnumdan üstelik, soğuktu biraz hava.

Kurtuluş’tan Hasköy’e uzay mekiğimle gelmeyi başarmıştım. Ajansın kapısına geldiğimde herkes alkışladı beni. Ben de bu güzel karşılamaya bir iki ön kaldırma, kıç atma hareketiyle cevap verdim. Kapıdan içeri girdim. Bir anda eski kıyafetlerim geri döndü, hafif terlemiştim. Masama oturup, bilgisayarı açtım.


One Comment on “Küçük Serhat VS Büyük Serhat”

  1. DABADABADU says:

    Bu yazıyı okudum. DABADABADU oldum. Hemde bol büyük harfli ve bitişik olanından. Şirketin önüne bir sigara yakmaya çıktım. Basitti aslında sigara-çakmak, birkaç dumanlanma varyetesi. İlk nefesimi aldım. Ama karşıdan geliyorlardı. Bağıra bağıra hatta kızgın kızgın, homurtularını bile duyuyordum. “Makine Canavarlar” her yerdeydi. Hemen etrafıma baktım. Bende uzay mekiğimi aradım. Yoktu. İmredim ardından. Düşündüm. Sonra taktir ettim. Baktım ki DABADABADU olmuşum. oldum. oldu. geçti. Yazdım bende.


Leave a comment